Anaların ağıtları anlatır Çukurova’yı
Kan ve gözyaşı ile sulanmıştır toprağı
Her şey bir at karşılığından on yedi dönüm tarla satın alması ile başladı
Hayat savaşmaktır, savaşmak değilse hiçbir şeydir diyordu İstiklal Madalyalı Bey
Savaşların en büyüğü toprak savaşıydı
Doğurgan ve şehvetli toprağın ihtirasına kapılmıştı
Kah güzellikle kah tehdit ile istiyordu köylülerin bakire topraklarını
Bazısı Bey’e yalvardı
“ağam canımız kurban sana
Her şeyimiz senin
Mahsulün üçte ikisi senin
Ak, kırmızı, mor ineklerimiz senin
Kovan kovan arılar, ballar senin”
Bey kabul etmiyor, topraklarını terk etmelerini istiyordu
Memleketin en modern ve en büyük çiftliğini kuracaktı
Vahşet çığlıklarının arasına
Köylülerin bazısı direniyor
Direndikçe zulüm ve tahakküm artıyordu
Bey, bu topraklar benim hakkım diyordu
Osman emmi, dedem ekermiş dedi
Ve dayak başladı
Kadınların çocukların gözü önünde
Candarmalar öyle bir dövmüştü ki
Yatalak olmuş yüz yaşındaki Koca Osman
Bir haftadır kan işiyor
Yüzbaşı Faruk, kendi elleriyle sökmüştü
Muhtar Seyfali’nin tırnaklarını
Tepeden tırnağa soyunmuşlar
Cıvık ve parıltılı etleri gözüküyordu
Yularlı akbabaların önünde
Kan kusturucu meşin kırbaçlar ellerinde
Bey emir verdi:
“Karaçalılığa sürün, çıkanlara vurun.”
Demir çiviler saplanmıştı bedenlerine
Gözleri kanatıyor
Bakışları ölgün ve yaralı
Onulmaz bir acı taşıyordu
Yine de direnmeye devam ediyorlar
Baba toprağında öleceğim diyorlar
Ali Safa Bey toprağını bedavaya kiraya vermişti
Köylüden zorlan aldığı toprağı
Pişmanoğlu Mustafa çeltik eksin diye
Köylü susuzluktan ölsün diye
Pişmanoğlu Savrun’un suyunu kesmiş
Köylü göleklerden sulanmakta
Ağzını dayamış inek gibi
Ve kurudular
Kemikleri eriten güneş yalımları altında
Çiyanlı köyünden bir adam
Vurmuş en yakın arkadaşını
Bir avuç su için
Yaz ortasında fokur fokur kaynar Akçasaz’ın bataklığı
Bataklık
Çürümüş ot kokar,
Sidik kokar
Sıtma kokar
Yavrular dayanamadı
Yanaştılar bataklığın kıyısına
Kana kana içtiler ölüme gülümseyerekten
Geceleyin gömdüler sekiz çocuğu
Akçasaz’ın bataklığına, sazların, su pürenlerinin dibine
Tan yerini ağartıyordu çocukların donmuş gülümseyişi
Ne bir avuç fatiha
Ne bir ağıt
Ne de bir gözyaşı
Ölümü gözlediler
Put gibi beklediler
Üç gün üç gece
Korkuyorlardı
Kulakları çınlatan ölüm sesinden
Ve yılgın bakışlardan
Beş köyün ağası
Köylünün her şeyini elinden aldı
Üç yıllık mahsülün tamamı, besili inekler ve yağız atlar
Kış mevsimiydi
Köylünün yiyecek hiçbir şeyi kalmadı
Baharı bekliyorlardı
Dağlardan fışkıracak otları kapışmak için
Kadınlar toprağı aşeriyordu
Ve on beş köylü açlıktan öldü
Etleri göğü kokutuyordu
Kimse yaklaşmadı şişmiş ölülere
Put gibi beklediler
Üç gün üç gece
Korkuyorlardı
Kulakları çınlatan ölüm sesainden
Ve yılgın bakışlardan
Beyaz ve yuvarlak bir masaya sıralanmışlar
Bezm-i meyde esrik halde
Dudaklarındaa kanlı bir gülümsemenin kırıntılarıyla
Köylü milletin efendisidir! diyordu
Kaymakam, savcı dilhun olmuş dinliyordu.
Alışmışız ağaların, beylerin zulmüne
Candarmanın, kaymakamın yakası açılmadık küfrüne
Sesimiz kısılmış, sinmişiz bir köşeye
Evlerimizi yakmışlar, ırzımıza geçmişler
Korkudan gık diyememişiz
Dayanamadılar, açlık, susuzluk ve ölüme
Yollara düştüler genç- yaşlı, kadın- çocuk demeden
Ateşten giyitleri yok etmek, yıkmak için
Arsızcaa kükrüyorlardı leşlerden örülü
Şehrin paslı bedenine
Kıstırılmış soluklarını duyuyorum
Bin yıl öteden
Gaddar elleriyle boğazladılar içlerindeki korkuyu
Yürüdüler zalimin üzerine
Akıttılar kanını toprağı dişleyen tırnaklarıyla
Anladılar ki
Ölüm alestadır zulmün karşısında
Namerde benzemez yiğidin huyu
Kızıla boyar anaların kuzusu
Köpük köpük akan Savrun’un suyunu
Yerde mi kalır sandınız ölenlerin kanı
22.07.2019/ Kadirli
NOT: Eser sahibinin bilgileri yarışma tamamlandıktan sonra eklenecektir.